- Konya24 °C
- 17:56 - SAADET PARTİSİ KONGRE YAPACAK
- 17:54 - Başkan Karaca: ‘’Kesimhanemizin yapımında son aşamaya gelindi.’’
- 21:26 - Başkan Karaca, beton ve kilitli taş şantiyesinde incelemelerde bulundu
- 21:24 - Kaymakam Baytok’tan kursiyerlere ziyaret
- 20:34 - ŞAKİR ERSOY ORTAOKULU ŞAM-Pİ-YON
- 20:31 - Çevre temizliği çalışmalarına hız verildi
- 20:27 - Başkan Karaca Muhtarlarla toplantı yaptı
- 17:45 - Jandarma ve Emniyet’ten çocuklara trafik eğitimi
- 21:05 - Sağlık yatırımları için görüşmelere başlandı
- 20:34 - TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ ANISINA TÜRK BAYRAĞI HEDİYE ETTİLER
- 20:19 - Ormanlarımızı koruyup, temiz tutalım
- 20:06 - HIDIRELLEZ ŞENLİĞİ DÜZENLENİYOR
- 17:37 - HIRSIZLIK OLAYINDA 3 KİŞİ TUTUKLANDI
- 17:34 - Kadınhanı’nda 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü Kutlandı
- 21:01 - Harita ve Kadastro bölümünde meyve günü etkinliği
HALİL ÖZCAN
YAŞLILARI EVLERİNDE TUTABİLMEK
Bizim yaşta olanlarla, büyüklerimiz Hasan Ağa’yı tanırlar. Aslen Afyon’un bir köyündendi. Harp ve esaret ihtiyarlatmış, yeşil gözleri sık sık uzaklara dalar, sanki o günleri her gün yaşar gibiydi. Cephede iken Mondros Mütarekesi yapılmış silahıyla birlikte İngilizlere teslim olmuş, oradan Kıbrıs’a getirilmiş, bir fırsatını bularak Yunanistan’a kaçmış, ancak Yunanistan da hesapta olmayan bir aksilik yaşanmış, burada üç dört aylık bir esaretten sonra kaçarak memleketine sonra Kadınhanı’na gelerek hayatını burada devam ettiren bir Gazi idi. 1970 li yıllardı, Dükkânları gezip Afyon Kaymağı denilen şekeri satarak rızkını temin eden, fakir ama sabırlı, sevimli, sohbeti hoş bir kimseydi. Herkes sever, o’na “ Hasan Ağa Guuuk” diye takılırdı. Bunlara aldırış etmez, bu takılmalardan neşelenirdi. Bazen sohbet ederken harp hatıralarını nakleder, sakalına akan yaşlarını mendiliyle silerdi. Yunanistan da esaret döneminde kendisini bir kaplumbağa çiftliğinde bulduğunu ve burada başına gelenleri şöyle anlatmıştı.” Nisan ayının son günleriydi. Arri’nin çiftliğine satılmıştım. Arazi ağaç, çayır çimenle kaplıydı. Arri yiyeceğimi getiriyordu. Bana “Hassen” diyordu. Meriç’in öte yüzünde ise Küplü diye bir Türk köyü vardı. Muradım Meriç’i atlayıp Anadolu ya geçebilmekti. Aklım fikrim oradaydı. Memleketimi tahayyül ediyordum. Bu Arri denen yonan gavuru bu çiftlikte tosbağa (kaplumbağa) besleyip satıyormuş ben sabahtan akşama bu tosbağaları yiyecektim ve Yonan bunu yiyormuş eyi mi? İşe başladık yüzlercesini saldık çayıra, yayıldılar akşama kadar. Bu iş önce hoşuma gitti. Kendi kendime kolay dedim. Allah beterinden saklasın diye halime şükrettim. Akşam oldu kapatma zamanı gelmişti. Birer birer elime alıp ağıla bırakıp çıkıyordum. Üstüme işediklerini hesaba katmıyorum. Ben diğerlerini getirinceye kadar evvelce bıraktıklarım geri çıkıyor, değişen bir şey olmuyordu. İşin ne kadar zor olduğunu anlamıştım. Çok terlemiş ama işi başaramıyordum. Gece yarılarına kadar uğraştım. Gece belki elli yüz tanesi dışarıda kalmıştı, önemsemedim. Vay başıma gelenlere diye ağlamaya başladım. Dünyanın en zor işini yapıyordum. İş beni bir günde çoktan bezdirmişti. Eğer birisine beddua etmek istiyorsanız “ Tosbağa çobanı ol” de yeter deyin. Demişti. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Malum olağanüstü zamanlardan geçiyoruz, sık sık yaşlıların sokağa çıkmaması tembih ediliyor. Bu tarihi hikâyeyi anlatarak, tarihimizi hatırlatmak hem de moral olmak adına kaleme aldım. Yaşlılarımızı evde tutmak tosbağa gütmekten zordur. Vesselam…
- Yorum Ekle
- Arkadaşına Gönder
- Yazdır
- Yukarı
Haber Yazılımı: CM Bilişim